1977 yılında Ordu ilinin Aybastı ilçesi Karamanlı köyünde doğdu. İlkokul ve ortaokulu Aybastı’da, liseyi Ordu’da “devlet parasız yatılı” öğrencisi olarak okudu. 1994 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Amasya Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümüne girdi. 1998 yılında bu bölümden mezun olup aynı yıl Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Dili Anabilim Dalında araştırma görevlisi oldu. 2001 yılında yüksek lisansını, 2005 yılında doktorasını bitirdi. 2008 yılında doçentlik unvanını, 2013 yılında profesör unvanını aldı.

Kırktan fazla kitabı, yüzden fazla uluslararası makalesi mevcuttur. Bir süre Millî Gazete’de eğitim konulu köşe yazarlığı yapan Erdem, hâlihazırda Türkiye Verimlilik Vakfı Dergisi’nde yazılar kaleme almaktadır. Uluslararası dergi editörlükleri olup bu görevleri hâlen devam etmektedir. Dekan, dekan yardımcılığı, bölüm başkanlığı, yönetim kurulu üyelikleri, senato üyelikleri gibi üniversitenin hemen hemen her biriminde idarî görevlerde bulunmuştur. Evli ve üç çocuk babasıdır.

  • Binbir Gündüz Masalları – I

    Keşmir, Kandahar gibi Afgan şehirleriyle Hindistan’da oluşmaya başlayan Binbir Gündüz Masalları; Isfahan, Bağdat, Basra, Musul, Şam, Kahire gibi Orta Doğu şehirlerine; Kazan, Tataristan gibi Orta Asya merkezlerine uzanan geniş bir coğrafyada oluşumunu tamamlar. Binbir Gündüz Masalları, Binbir Gece Masalları’na cevap niteliğinde, Keşmir Hükümdarı Turan Bey’in kızı Ferahnaz’ın erkeklere güvenmediğinden evlenmek istememesi üzerine dadısının bin bir gün süren anlatılarının toplamıdır. Binbir Gece Masalları’ndan sonra ortaya çıkan Binbir Gündüz Masalları da Doğu’nun ‘hikâye etme’ geleneğinin temelini oluşturur.

    Dünya edebiyatıyla Türk edebiyatında yüzlerce yıl sevilerek okunan Binbir Gündüz Masalları, klâsik edebiyatımızdaki benzerleri gibi iyi, güzel, doğru, yararlı ve sağlıklıyı içselleştirmiş kişilerle kurulacak bir toplum hedefler.

    225,00300,00
  • Binbir Gündüz Masalları – II

    Keşmir, Kandahar gibi Afgan şehirleriyle Hindistan’da oluşmaya başlayan Binbir Gündüz Masalları; Isfahan, Bağdat, Basra, Musul, Şam, Kahire gibi Orta Doğu şehirlerine; Kazan, Tataristan gibi Orta Asya merkezlerine uzanan geniş bir mekânda oluşumunu tamamlar. Binbir Gündüz Masalları, Binbir Gece Masalları’na cevap niteliğinde, Keşmir Hükümdarı Turan Bey’in kızı Ferahnaz’ın erkeklere güvenmediğinden evlenmek istememesi üzerine dadısının bin bir gün süren anlatılarının toplamıdır. Binbir Gece Masalları’ndan sonra ortaya çıkan Binbir Gündüz Masalları da Doğu’nun ‘hikâye etme’ geleneğinin temelini oluşturur.

    Dünya edebiyatıyla Türk edebiyatında yüzlerce yıl sevilerek okunan bu metinler, eski edebiyatımızdaki benzerleri gibi iyi, güzel, doğru, yararlı ve sağlıklıyı içselleştirmiş kişilerle kurulan toplumsal bir dokuyu hedefler.

    225,00300,00
  • Buhara Konuşmaları

    Yitik Hafızanın Peşinde Buhara Konuşmaları, kültür ve inancımızda kurucu bir yeri olan Buhara’dan iz sürmenin sonucudur.

    Zira 1071’den itibaren Anadolu yaylalarından ovalarına süzülen ecdadımız, anavatanla gönül ve zihin irtibatını hiç koparmamış, hatta koparmadığı için de o topraklara, Anadolu’ya, Balkanlara mazisinden aldığı kökleri dikmiştir. O kök, irfan coğrafyamızın şehir adları Mekke, Medine, Belh, Buhara, Bursa, Semerkand, Konya, Kayseri aslında bugünkü Özbekistan’la Türkiye sınırlarını birleştirmekte, tek bir göğün ışıltılı yıldızları gibi parlamaktadır.
    Biri Batı Türklüğünün aşk, heyecan, cesaret ve ahlaklı mücadelesini, diğeri Doğu Türklüğünün ilim, hikmet ve sadakatin timsali iki cihangir kök; Tırmiz Sarayı’ndaki tek başlı, iki gövdeli arslan figürü gibi birleştiğinde ok ve yay birleşmiş olacaktır. İşte “yitik hafıza” etraf?

    180,00240,00
  • Dede Korkut Hikâyeleri

    Türkçenin hikâye etme geleneğinin en başında Dede Korkut Hikâyeleri vardır. Bu metinlerin dili ve anlatımı; bugün, yarın ve uzak gelecekte önemini yitirmeyecek. Somuta dayalı bir medeniyet ve yaşayış biçiminden, soyut kavram ve varlıkların (melek gibi) fazlaca bulunduğu yeni bir medeniyete geçişin izlerini taşıyan Dede Korkut Hikâyeleri, sancılı olması kaçınılmaz görünen söz konusu sürecin yeni kavram ve düşünce biçimini, uzak gelecekte dahi hayranlıkla okunacak zarif ve dâhiyane tahlil ve çözümlerini içeriyor. Son zamanlara kadar Dede Korkut Hikâyeleri’nin özgün nüshalarının Vatikan’la Dresten’te bulunduğu biliniyordu. Oysa yeni bir özgün nüsha bulundu. Elinizdeki kitap, daha önce bilinen iki nüshadaki on iki hikâyeye, yeni bulunan Türkmensahra nüshasının bir önsözüyle bir hikâyesi eklenerek oluştu. Böylece elinizdeki kitaptaki hikâye sayısı, on üçe çıkmış oldu. Türkmensahra nüshasındaki önsöz, kitabın sonuna, Türkmensahra nüshasının sonundaki hikâye, diğer nüshalardaki on iki hikâyenin ardına eklenerek Dede Korkut Hikâyeleri’nin bütüncül hâli böylece derlenmiş oldu.

    187,50250,00
  • Kelile ve Dimne

    Kelile ve Dimne’nin birçok sadeleştirmesi yayımlanmıştır. Kitabın genelde bir fabl ve masal kitabı gibi algılanmasına sebep olan bu yayınlardan dolayı Kelile ve Dimne’nin çocuk hikâyeleri/masalları olduğuna dair noksan kanı giderek bu yüzden yaygınlaşmıştır. Oysa Kelile ve Dimne, İÖ 100’lerden günümüze ulaşan, özellikle hükümdarlar, yöneticiler ve devlet teşkilatının önemli bürokratları için çok iyi hazırlanmış Doğu siyasetnâme geleneğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Metinde bir anlatım tekniği olarak kullanılan fabllar, çocuklar için çok yararlı kurgusal metinlere dönüştürülebileceği gibi özgün metnin mesajının ve yazılış amacının büyüklere, özellikle de siyasî büyüklere, iktidarın ve siyasetin tekinsiz labirentlerinde yol göstermek olduğu unutulmamalıdır.

    Elinizdeki Kelile ve Dimne herhangi bir seçme, kısaltma, ayıklama yapılmaksızın kitabın özgün yapısı ve dokusu korunarak günümüz Türkçesine aktarılmıştır.

    Bu yüzden şimdiye değin yayımlanan Kelile ve Dimne çalışmalarından ayrılır.

    187,50250,00
  • Kırk Vezir Hikâyeleri

    Dilimiz, kültürümüz, edebiyatımız çok uzun, kadîm ve zengin bir birikime sahip hiç kuşkusuz. Ancak kültürel birikim ve zenginliğimiz, günümüzde yeterince dolaşımda ol(a)madığından edebî varlığımız, gayrimenkul zenginin nakdi olmadığından fakirlik çekmesine çok benziyor… Pruva Yayınları, özellikle anlatma geleneğimizin ilk halkalarından sayılan üstelik yüzlerce yıl evvel çeşitli Batı dillerine defalarca aktarılan Kırk Vezir Hikâyeleri’ni, Uppsala Nüshası’nın harekesiz metninden günümüz Türkçesine kazandırıyor. Mehmet Dursun Erdem’in bilimsel titizliğiyle günümüz Türkçesine aktarılan eser; bilimsel metinleri kuru, bıktırıcı üslûbuyla öğretme amacının dışında sanatsal niteliklerini koruyor.

    Kırk Vezir Hikâyeleri’nde padişahı ikna etmek, kendi iddialarını ispatlamak, istedikleri gibi düşündürmek için kırk gün, kırk bilge vezirin anlattığı hikâyelere karşı hanım sultanın anlattığı toplan seksen hikâye bulunuyor. Hikâyelerde doğu insanının zekâsı, düşünme biçimi, kurgulama yeteneği, anlatma teknikleriyle davranış biçimleri, ‘değer verme’ anlayışı etkileyici bir atmosfer oluşturuyor.

    240,00320,00
  • Köktürkçe

    Türkçenin bilinen en eski yazılı metinlerinin incelendiği Köktürkçe, dil mirasımızı anlama çabasının ürünüdür. Atalarımızın düşünce, his, hayal ve öngörüleriyle gelecek kuşaklara tavsiyelerini, zamanımıza değin taşıyan Bengü taşlardaki metinler üzerine çalışmak, hiç şüphesiz, geleceğe ilişkin sosyokültürel tasarımlar, atılımlar yapma isteğinin sonucudur.

    Binlerce yıl göçer yaşayan; çadırını toplayıp gittiğinde geride, atlarıyla sürülerinin izinden başka hiçbir şey bırakmayan bir medeniyet, neden -hayat algısına aykırı düşecek bir biçimde- taşa yazı yazsın? Kendini tabiatın bir parçası görüp taş(tan) medeniyetlerden uzak durmayı seçen atalarımız, neden taşlara kalıcı yazılar yazmış olabilir? Hiç kuşkusuz Bengü taşlardaki sözleri anlamamız; bu sözler üzerine derinlemesine düşünmemiz ve bu sözleri biteviye yorumlamamız gerekir.

    Köl Tegin, Bilge Kağan, Tuñukuk Bengü taşlarının tamamının incelendiği Köktürkçe’de, Bengü taşların orijinal metinleri, transliterasyonu, transkripsiyonu, Türkiye lehçesine aktarımı yapıldıktan sonra, okuma farklılığı gözlenen cümlelerin şimdiye kadar Bengü taşları neşredenler tarafından nasıl okunduğu ve anlamlandırıldığı sıralanıyor. Daha sonra kelimelerin kök-ek ayrımları yapılarak kelimelerin etimolojik açıklamalarına yer veriliyor. Bu açıklamalarla birlikte kelimelerle eklerin tarihî ve çağdaş lehçelerdeki gelişimleri de gösterilmeye çalışılıyor.

    45,0060,00
  • Şâhmerân Hikâyesi

    Mezopotamya’da ortaya çıkan “Şâhmerân” ve Şâhmerân Hikâyesi; zamanla Arap, İran, İbranî, Hint ve Yunan mitolojileriyle zenginleşmiş ve Anadolu’ya mâl olmuş, kâdim bir metin. Battalnâme, Saltuknâme gibi Anadolu’da daha sonra ortaya çıkan birçok söylenceyi de derinden etkileyen Şâhmerân Hikâyesi, söylenceler ve metin yoluyla, yüzlerce yıl kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze ulaşmıştır.

    Sağlık, bilgelik, özveri, sevgi ve vefa sembolü olarak resim, heykel gibi görsel sanatlarla sinema gibi modern sanatların da ilgi odağı olan Şâhmerân, günümüz edebiyatçılarının da dikkatinden kaçmamış; Tomris Uyar’dan Murathan Mungan’a, Hilmi Yavuz’dan Erhan Bener’le Sennur Sezer’e… pek çok edebiyatçı tarafından yorumlanmıştır.

    97,50130,00
  • Üsküp Konuşmaları

    Medeniyetlerin kolektif ruhu vardır. Mekâna, tarihe, kişiliğe, zamana ve yaşam biçimine sinen bu kolektivite, o medeniyeti anlamamıza imkân verir. Şehirde, mekânda, tarihte ve kişilikte görünen bu kolektivite, aslında okunacak bir kitap, yorumlanacak bir hikâye, terennüm edilecek bir beste veya iman edilecek bir Yüce yaratıcıya, doğru yaklaşanların anlayacağı bir şekilde kendinden olana âdeta üfler. Bu yönüyle genelde Rumeli, özelde Üsküp, o şehri hayâlinde yaşatan Yahya Kemal’in dilinde de çeşitli imge, simge ve algılarla insanın belleğiyle gönlünde konumlanmış bir medeniyetin temsilcisidir.

    Yahya Kemal’in Kaybolan Şehir şiirinde Üsküp ki Şar Dağ’ında devamıydı Bursa’nın/Bir lâle bahçesiydi dökülmüş kanın ifadesi; özlemin, millî benliğin, kimliğin ve muhayyilenin sevgiyle, özlemle ve hayranlıkla dile gelişinden başka bir şey değildir.

    Bu yönüyle Üsküp, medeniyetimizin kimliğini ve kişiliğini oluşturan, tarih, millet, medeniyet, vatan, din duygularını geliştiren ve ileride yeni inşalara da yansıyacak pek çok değeri barındıran güçlü bir potansiyeldir.

    O Üsküp’te ki medeniyetimizin hezimetinin sarsıntılarını en yakından duyan serhat şehri, kahramanlık hikâyelerimizin mekânı, İmparatorluğumuzun feci yıkılışını ve bir daha geri gelmeyecek olanın doğurduğu büyük üzmitsizliği ancak şanlı ve güzel eski günlerini hatırlamak suretiyle telafiye çalışan ‘kuğunun son şarkısı’ kadar güzel bir şehir…

    Hiç kuşkusuz Üsküp’te tarihi, edebiyatı, dini, kültürü ve eğitimi konuşmak, aslında medeniyetimizin kolektif ruhunu bir başka ifadeyle yitik hafızayı arama, yenileme, inşa etme ve bulma gayretidir.

    180,00240,00