Edebiyat ve İtibar
Gördüğü bir rüyayla yollara düşen Evliya Çelebi, kimin itibarı peşindedir? Çölde Leyla’sını arayan asıl Mecnun kimdir? Kaşgarlı Mahmut’un yolculuğu, ne tür bir itibar arayışı sayılmalıdır? İktidarın edebiyatçısı olmak yerine edebiyatın iktidarına gönül veren Ahmet Paşa’nın, Taşlıcalı Yahya’nın; kayalıklarda son yolculuğuna hazırlanan Sappho’nun hatta Recep İvedik karşısında İnek Şaban’ımızın itibarları hakkıyla iade edilmiş midir?
Okuruna, “Ey Okur! Yazara düşen, adaletin hükmünü dinlerken teraziyi gözlemek, itibarı teslimde acele etmektir.” diye seslenen Canan Olpak Koç, çeşitli sorular eşliğinde, geçmişin güzel kalemlerine, şimdinin şehirlerine, kadına; dahası Orhan Gencebay şarkılarına, Emine Bulut’a, Mocando’ya, Kırşehir’e, Şeyhi’ye sohbet tadındaki denemeleriyle sıra dışı bakış biçimi öneriyor.Mühimmat
Sanatta ve şiirde, irfani bilgiyi bir kenara koyarak yol almaya çalışmanın ne kadar mümkün olabileceğini tartışan Mühimmat, gerçekliğe tâbi olanların, sanatını ve şiirini haberlerde oluk oluk akan kara siyasayla piyasada çarpışan ‘gerçek’lerle besleyip bunları da yine başka bir ‘gerçeklik’ olan internet medyasının dil ve anlam dünyasında kurgulamanın hakikat nezdindeki anlamsızlığına değiniyor.
Kitapta, itibari gerçeklik evreninde ‘beğen’ilmeyi, takip edilmeyi ölçü saymanın ve çağın gerçekliğini hayatın anlamı, sanatın gerekçesi gibi görmenin niceliğin egemenliğini kabul etmek demek olduğu pratiğinden hareketle niceliğin kendi gerçeğini dayatma biçimi de irdeleniyor.
Mühimmat’ta, hakikatin izini süren şiirle görüntü çağı şiiri arasındaki farklılık da ele alınıyor:
Bütün sütler/sözler, aynı kazana gerçeklik evrenine boşaltılıyor; orada hepsi, belli bir vasatta eşitlenip muhtelif isimlerde paketlenerek piyasaya arz ediliyor. Bu aynılık içerisinde okur da eserde, sanatçıya dair bir remz bulamıyor. Kendini çoğalta çoğalta gerçekliği kaplayan, kuşatan bu mamullerle ilgili önce şu sorunun cevabını vermeli:
O kazana su katılmadığına ‘gerçek’ten emin miyiz?
Okuma Hâlleri
Okuma Hâlleri, zaman zaman bir sohbetin samimiyeti içinde, yaşayan Türkçe duyarlılığı etrafında, meselesi olan denemelerden oluşuyor. Okuma çabasının sadece metin karşısındaki tavrımızdan ibaret olmadığı, metinle birlikte; zamanı, kalem sahibini hatta nesneleri bile anlama ihtiyacı olduğu düşüncesinden hareketle, hayata edebiyat merkezli bakmaya çalışıyor. Pessao’dan Nasrettin Hoca’ya, İskender’den Cengiz Han’a, Manguel’den Şemsettin Sami’ye ve oradan masaya, duvarlara, ebabile, kapıya; bu dünyanın her türlü değerinin tanıklığını Okuma Hâlleri’ni çoğul bir düzleme taşıyor. “Okumak böyledir işte. O, ölümün elinden bir şeyler kurtarabilmektir.”